Ana içeriğe atla

CİDDİ

  
   Bu yazı kendi hayatını yaşamak isteyen bir kişinin şu sıralar oluşan Türkiye'nin siyasi sorunları hakkındaki düşünceleri konulu bir yazıdır. Rahatsız olacaksanız lütfen okumayınız.

  Ben tarafsızım. Ben hiç bir partiyi tutmuyorum. Hiç bir cemaatte değilim. Ben 16 yaşındayım ve oy da kullanamam zaten. Ben başörtüsü takıyorum. Türban değil. Gerektiğince tesettüre uyarım. İmam hatip lisesinde okuyorum. Bir buçuk yıl boyunca, dinimin gerektirdiği bir şey olmasına rağmen başörtüsü takamadım, başımı açarak okumak zorunda kaldım.

  Ben laik biriyim. Laik sözlükte "Din ve devlet işlerini karıştırmamak" demektir. Ben okurken dinimi araya karıştırıp başımı açmak istemiyorum. Şu an laiklik kavramı o bilindik sözlükteki anlamında değil. Ben ailemin yanında bile "Laik biriyim" diyemiyorum. Evet, "gerçek" anlamında ben Laik biriyim ama şu dönemde bunu dersem CHP'li oluyorum.

  Ben devletimi seviyorum. Türk olduğum için, Türkiye de yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu durumda ben milliyetçiyim. Milletimi seviyorum. Ama şu dönemde bunu dersem MHP'li oluyorum. Buna bağlantılı olarak da BDP'ye düşman olmuş oluyorum.

  Ben dinime bağlıyım. Bağlı olmaya çalışıyorum. Burada durup da müslümanlığımdan bahsetmeye gerek yok. Ben dindarım. Bunu şu dönemde dersem AKP'li oluyorum.

  Ama başta demiştim, ben tarafsızım. Ben hiç bir partiyi desteklemiyorum. Ben Türkiye vatandaşı olarak devletimi sevmek, dinimi rahatça yaşamak, başka dinden olan kişilerle iş/okul arkadaşı olmak istiyorum. Ne bu sınıf ayrımı? Ne bu gruplaşma? Cepheleşme?

  Atatürkçülük kavramını bilirsiniz. Atatürkü seven onun yaptıklarını beğenen kişiler Atatürkçüdür. Yani genel olarak anlamı bu. Ben Atatürkçü değilim. Atatürk'ün yaptığı şeyleri beğeniyorum. Harika bir komutanmış. Bu aşık olduğum Türkiye'yi kurtarmış. Atatürk'ü seviyorum. Ama illa onun her yaptığını sevecek değilim. Ben babamın bile her yaptığını doğru karşılamazken fanî olan ve hata yapabilecek bir kişi olan Atatürk'ün her yaptığını körü körüne sevemem.

  Şu dönemde Atatürkçü olmak farklı. Şu zamanda bahsedilen Atatürk farklı. O komutan olan kişi değil. Ben şu anki herkesin dilindeki Atatürk'ü sevmiyorum. Şu dönemdeki Atatürk ülkeyi birbirine düşürüyor. Sağcı ve solcu olarak iki ayırıyor devleti. Eylemlerin çıkmasına neden oluyor. Ben "Atatürk'ü" seviyorum. Ama benim onu seviyor olmam beni "çapulcu" yapmaz, ismimin başına "TC" koymama neden olmaz, Taksim'de, orada burada eylem yapmaya itmez ya da en basitinden ölen birinin üzerinden devlete küfretmeme, benim yaşımda ölmüş bir genci alet edip ülkede iç savaş çıkmasına neden olmama izin vermez. İşte şu an ki Atatürkçülük kavramı bu. Şu an Atatürkçü olmak bunları gerektiriyor. İşte bu yüzden Atatürkçü değilim.

  İç savaş bu sıralar moda oldu. Çok sayıda ülke yakın geçmişte iç savaş yaşadı. Şu anda da yaşayanlar var. 

  Şimdi imkanınız varsa önünüze bir dünya haritası koyun. Şu an ben dünya haritasına bakıyorum. Biraz coğrafyamızı geliştirelim.

  Arap Baharı son yıllarda yaşanan ve yaşanmaya devam eden Arapların geçirdiği büyük çaplı değişimlerden biri. Arap mı? Arabistan? Hemen aşağımızda gördünüz mü? İç savaş yaşamış olan ve kendi ülkesini mahveden insanların ülkelerini sayıyorum: Tunus, Yemen, Mısır, Bahreyn, Libya.. Bakın hemen aşağıda. Peki şu an iç savaş yaşayan ve vatandaşların ülkemize sığındığı ülkenin ismi ne? Suriye. Eğer ufacık da olsa bir coğrafya bilginiz varsa önünüzde harita olmadan da Suriye'nin sınır komşumuz olduğunu bilirsiniz. Hemen dibimizde olan bir savaş var. Hatta daha geçen yıl o savaştan dolayı Güney Doğu Anadolu bölgemizdeki bir yere bomba düşmüştü. Bir nefes yakınımızdaki bir savaş.

  Ve şimdi yukarı bakın. Güzel, özendirici Avrupa var. Hemen oradaki Ukrayna'yı gördünüz umarım. İşte orada da iç savaş var. Hem de Suriye de olduğu gibi insanlar ölüyor. Neden ölüyorlar? Ufacık çocuklar neden ölüyor?

  Çünkü; Oyuncak paylaşamayan bebekler gibi devleti paylaşamayan devletin önde gelenlerinin kavgası arasında kalıyorlar. Devleti paylaşmayan demişken, aynısı bizim ülkemizde de var fark ettiniz mi? Bir de şu noktaya dokunayım: Ukrayna ve Suriye nin arasına bakın. Tam ortalarına sıkışmış bir ülke var orada. Tanıdık geldi mi? Türkiye. İşte anlatmak istediğim bu. Ülkemizde iç savaş olması o kadar basit ki. Yani benim gibi lise öğrencisi bir genç için bile anlaması çok kolay bir mesele.

  Peki bu iç savaş neden olacak? Sırf düşüncesiz devlet adamları yüzünden mi? Hayır. Kesinlikle Suriyelilere laf atmıyorum bunu baştan söyleyeyim. Suriye'den gelen kişiler var. Mağdur oldukları için ülkemiz onlara kucak açtı. Evet, mağdur olanlar var. Ama hepsinden emin miyiz? Suriyeli dahi olmayan kişiler, Suriyeli kostümü giyip bizi kandırdı ve bu ülkeye girdi. -Bu benim tahminim- Kötü niyetli insanlar, insanlarımızın arasında elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Ve bu twitter da oluşan eylem hareketleri var ya, onları başlatan kişiler bu kötü niyetli olanlar. Eylemler başladı, sonra ne olacak? Twitter'daki -yukarıda tanımını yaptığım- "Atatürkçüler" bu eylemlere kanıp eylemin büyümesine neden olacak. Twitter'daki bu gittikçe büyüyen eylemler sokağa taşacak ve bir "Gezi Parkı" olayı daha yaşanacak. Gezi Parkı da böyle oldu. Bunu inkar etmeyin. Bu eylemler olunca ne olacak? İç savaş? Evet doğru bildiniz. Ülke birbirine girecek ve daha dün olduğu gibi küçük çocuklar bu iç savaş yüzünden yaşamını yitirecek. Ve en acısı da ne biliyor musunuz? O eylemi başlatanlar bu olaylar boyunca popolarını dahi kaldırmamış olacak. Bu savaşta sağcı olanlar sanacak ki, savaşı solcular başlattı. Solcular sanacak ki, sağcılar başlattı. Ama asılda kim başlattı? Türkiye düşmanı olanlar başlattı. İşte bu kadar basit.

  Bunlar benim düşüncelerim. Ben 16 yaşındayım ve lise öğrencisiyim. Haberleri yarım yamalak izlerim. Ama Twitter'da çok aktifim. O bahsettiğim eylem başlangıçlarının hepsine şahit olmuş biriyim. Sokakta yürürken hiç tanımadığım birinin gelip bana devleti kötülediğine ve benim gibi küçük olan kuzenime devlet hakkında propaganda konuşması yaptığına şahit olmuş biriyim. Bu tür insanlar gizli Türkiye düşmanıdır. Amacı AKP'yi kötülemek ya da CHP'yi yüceltmek falan değil. Onlar Türkiye'yi içten çökertmek için plan yapmış bir örgüttür. Benim gibi küçükleri sokakta ya da sanal alemde kandırmaya çalışan kişilerdir.

  Ben tarafsızım. Eğer benim oy verme hakkım olsaydı oy pusulamın her karışına mürekkep bulaştırıp oyumu geçersiz yapardım. Ben sadece ülkemde huzur içinde yaşamak istiyorum. Ben siyâset , o, bu, şu istemiyorum. Ben Nişantaşı'nın göbeğinde başörtümle hiç bir garip bakışa mâruz kalmadan yürümek istiyorum. Kısa şortlu bir kadına sürtük muamelesi yapılmamasını istiyorum. Ben ufacık da olsa huzur istiyorum. Rahatça Twitter'da dolaşmak, marketten sakince bir şişe su almak istiyorum. Ya da protesto gösterileri yerine gerçekten ekmek almaya gitmiş çocuklar görmek istiyorum. Yalan istemiyorum. Ölmüş masum bir çocuğun arkasına saklanmış çıkarcı herifler görmek istemiyorum. Ben bu ülkede kutuplaşma olmasını istemiyorum. Her farklılığın bir zenginlik olduğunun farkına varmak bu kadar mı zor?

  Ben 16 yaşındayım ve eminim ki bunu okuyan benden daha büyük, benden daha olgun. Söyleyeceklerim bu kadardı. Bu benim şu hayattaki ilk siyâset hakkındaki konuşmamdı. Ve son olacak. Siyaseti gerçekten sevmem. Büyük adamların arasında büyük işlerin döndüğü bir meselenin altında küçük bedenlerin ölmesini neden seveyim? Ne yapayım ben öyle siyaseti? Ne yapayım ben öyle kavgayı? Sadece gözlerinizi açın ve bakın. Bu derece kaldırılacak kadar aptal olamazsınız.


  Bitti..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor