Ana içeriğe atla

Benim Bakışımdan Balıkesir

  Balıkesir. Her yıl iki kere gittiğim, annemin doğduğu, güzel şehir.. On altı yaşındayım ve bu en az otuz iki kere Balıkesir’e gittim demektir. Her gittiğimde farklı şeyler gördüğüm, kısmen düzenli, kısmen yarım kalmış bir şehir kendisi.

  Hatırladığım ilk Balıkesir ziyaretimde dayım herkesi toplayıp dereye götürmüştü. Derenin biraz uzağındaki ihtişamlı şelale hiç aklımdan gitmiyor. Bir de beni ve kuzenlerimi korkutan heyecanlı keçi sürüsü…

  Balıkesir’in sokakları New York sokaklarına benzer; düz ve birbirine paralel caddeleri vardır. Caddelerin arasındaki yerleri ya bomboş araziler, ya evler/binalar, ya da yarım kalmış inşaatlar doldurur. Balıkesir insanının tümü müteahhit gibidir, meslek olarak değil tabi ki. Çoğu kişi arsa alır, evin taslağını çizer ve ufak, iki-üç katlı bir apartman diker. Bu apartmanın ilk katlarında yaşanır, son katı ise büyük ihtimal turuncu tuğlalar ile bir başına bırakılır. Yıllarca da öyle durur.
  
  Anneannem ile dedemin evlerinin ve hemen karşısındaki çocukları için yaptırdıkları dört katlı apartmanın en üst katları da daha birkaç yıla kadar öyle tuğla olarak duruyordu. Onlar boyattı da hala boyatmayanlar var elbet.

  Balıkesir’in New York’tan tek farkı gökdelenlerinin olmamasıdır. Zaten öyle uzun uzun binalar bu güzel şehrin masumluğunu yok ederdi. Bizimkilerin evleri az da olsa tepede. Bu yüzden en üstteki terastan neredeyse tüm Balıkesir’i görebiliyorum.

  Dümdüz bir şehir. Büyük dağların arasındaki düzlüğe merkezi kurmuşlar. Dağları aşıp merkezden uzaklaştığınızda mütevazi köylere ulaşıyorsunuz. Hacı Hüseyin Köyü’nün içinden geçip ada çayı toplamak için dağa çıkmıştık. Okulda giydiğim spor ayakkabısındaki çamurları silmem epey zamanımı almıştı. Tek olumsuz yanı buydu ya zaten! Öylesine eğlenceli bir geziye tekrar ve tekrar, hiç sıkılmadan gidebilirim.

  Sadece oturup düşünsem, mutlu olduğum zamanların dörtte üçü Balıkesir’de geçmiştir. Yılda sadece iki kere gittiğim bir yerden bahsediyoruz! İşte böylesine güzel bir şehir.
Balıkesir’in merkezinde pek bulunmadım. Zaten bir şehri gezerken merkeze gitmek bana gereksiz geliyor. Belediye binasını mı göreceğiz? Ya da tren garını? Balıkesir’de iki-üç tane insan yapımı gezilecek yer var, eh, o tür şeyler de her şehir de var. Bu yüzden Balıkesir’in güzelliklerini merkezde değil de o dağların arkasındaki ufak yerlerde aramalıyız.

  Daha bu yaz mangal için saatler süren bir yolculuk yaptığımız akarsu yanındaki yeri unutmak mümkün değil. Telefon çekmiyordu ve en yakın yerleşim yeri dağın öbür tarafındaydı. Telefonsuz ve internetsiz kaldığım o beş saate yakın zamanda sanki yıllardır hissetmediğim huzuru bulmuştum. Ayrıca çok güzel mangal yapabildiğimi de kendime ve herkese kanıtlamıştım.

  Temiz bir havası, cana yakın insanları, sağlam bir kültürü olan bu şehirde kendimi rahat hissediyorum. Gece dokuzda ablamla tek başımıza gezebiliyoruz. Üstelik yollar paralel olduğu için karanlıkta bile kaybolma ihtimali azalıyor. Şehrin ilk yerleşim yerlerinde bu düzen pek yok. Merkezin iç kısımlarında çapraz, yamuk ve engebeli sokaklar sık sık karşınıza çıkabilir.

  Şehre Bursa yolundan gideriz. Bu yolda “Yeşil Dalga” vardır. “Yeşil Dalga” kuralı için yol  kenarlarındaki tabelada yazılı hızda giderseniz asla kırmızı ışığa yakalanmaz, rahatça yol alırsınız. Babam çoğu kez ilk başta bu kurala ayak uyduramadığı için devamında kırmızıya takılı veriyor.

  Dayımdan gördüğüm ve yoldaki birkaç “10” plakalı arabadan da anladığım kadarıyla Balıkesirli şoförler hiç İstanbullulara benzemiyor. Eğer ileriden kırmızıyı görürse frene basar ve 10 km/h hız ile kaplumbağa misali gider, yeşil yanınca da basar gaza. İstanbul’da öyle mi? Kırmızı yanarken yeşilin yanacağı vahiy iner herkese  ve birden kornalar bağırmaya başlar. Bir Balıkesirli İstanbul’da laf yiyebilir yani.

  O yolun devamında şehrin tek büyük alışveriş merkezi “Yaylada” sizi karşılar. Birkaç kez gezme fırsatı buldum. Park yeri çok az ama genel olarak iyi bir tasarıma sahip. Bu şehirde gece hayatı buralarda ve kafe tarzı yerlerde oluyor. Belki şehrin içinde bar tarzı yerler vardır ama hiç denk gelmedim. Aile yapımız gereği bu tür yerleri görmem ya da o yerlerin yakınlarında bulunmam imkansıza yakın. İşte bu yüzden Balıkesir benim için masum, temiz, huzur dolu ve sakin bir şehirdir.

  Anneannem vefat etmeden önce üç tanecik kız torunu olan ben, ablam ve küçük Halime için kına gecesi düzenlerdi. Kına gecesi deyince aklınızda o bilindik sahneler canlanmasın. Kına hazırlanır, ellere sürülür, gazeteler ile üzerine kapatılır ve elleri yumruk yapıp üstüne eski çoraplar giydirilir. Olay bundan ibarettir. O kına gecelerini hep özleyeceğim.

  Kahvaltıda, bizim evde “Balıkesir Ekmeği” denilen ekmeğe tereyağı, çikolata sürülür ve tüm kuzenler hatta kocaman ev büyükleri bile zevkle yer. “Balıkesir Ekmeği” büyük ve yuvarlak köy ekmeğidir. Annemlerin ona “Karpuz Ekmeği” dediğini duymuştum ama o benim için hep “Balıkesir Ekmeği”.

  Kurban Bayramı zamanı “Tirit” masadan eksik olmaz. Etine ve suyuna bulanmış “Balıkesir Ekmeği” ile tadına doyamayacağınız bir lezzet. Anlatırken karım acıktı bile.
Sofradan eksik olmayan bir diğer şey ise baklava. Bunun nedeni her gidişimizde bayram olması da olabilir tabi ki. Çünkü bayram değilken gittiğimizde baklava yoktu. Çocuk aklımda Balıkesir ve Bursa “Baklava” olarak kalmış olsa gerek..

  Zeytinyağlı sebze yemekleri Ege’ye özgüdür. Balıkesir de ne kadar Marmara Bölgesi’ne yakın olsa da içindeki Ege Bölgesi’ne aitlik duygusunu bastıramamıştır. Annem sayesinde bol bol sebze yeriz. Ne de olsa Balıkesirli be anneannemin kızı!

  Yaptığımız ziyaretten sonra dönme vakti geldiğinde küçük Halime ve onun bir büyüğü Feyzullah bizim arabanın arkasından koşturur ve bizi uğurlarlar. İkisi de çok sevimli.

  Daha şehirden çıkmadan “Höşmerim” alırız bir de. Höşmerim olmadan o şehirden çıktığımız pek nadirdir. Balıkesir’in meşhur Höşmerim tatlısının isminin hikayesini bilir misiniz? Öğrendiğimde çok beğenmiştim.

  Bir hanımın kocası işi sebebi ile ayda yılda birkaç kez eve uğrarmış. Hanım da kocası her geldiğinde ona güzel sofralar hazırlarmış. Bir gün kocası habersiz çıka gelmiş, hanım telaş içinde. Çünkü evde yemeklik malzeme yok! Bugünkü Höşmerim malzemelerinden bulmuş evde. Onları birleştirip bir şeyler yapmaya çalışmış. Kocasına ikram edince de “Hoş mu erim?” diye sormuş. “Hoş mu erim” lafı dönmüş dolaşmış “Höşmerim” olmuş. Komik ve güzel bir hikaye..


  Eğer yolunuz Balıkesir’e düşerse sakın “Yeşil Dalga”yı kaçırmayın, herhangi bir fırında durup bir “Balıkesir Ekmeği” alın ve tereyağı sürüp yiyin. O büyük dağları aşıp güzel yerleri keşfedin. New York havası veren paralel caddelerde yürüyün ve  tuğla olarak kalmış evlere bakın. Sonra bir “Höşmerim” alıp yiyin. Tadını unutamayacaksınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor