Ana içeriğe atla

Kol Saatim

Bir süredir çok zor bir dönemden geçiyorum. Aniden birçok sorumluluk birden üzerime yüklendi. Şu vakit şunu yaparım, oradan şu otobüse biner şuna yetişirim, sonra şu kadar yürürüm -hatta koşarım- sonra olmadı haritalar uygulamasına bakar en kısa güzergahı seçerim, namazı şu camiye yetiştirsem sonra şu saatte kalkan otobüse biner varırım evime. Ertesi gün şu otobüsle okula giderim ve sonra okuldan sonra şu arkadaşımla şuralarda gezer yine şu vakitte şu otobüse binerim. Sonra şuraya, sonra buraya...

Ve iki hafta içinde böylece yoruldum. Çok yoruldum. Belki hiç de yorulunmayacak şeylerdi. Çok abarttım. Daha meşgul insanlar var. Başka işleri olan, çok daha sıkıntılı zamanlar yaşayan ve belki de ne kadar uğraşsa da işleri yolunda gitmeyen binlerce, yüz binlerce insan var dünyada. Ben neden bu kadar sıkıntılı olduğumu düşünüyorum ki...

Geçen günlerde kol saatimi ablamın evinde unutmuşum. Her ne olursa olsun hep ona bakardım. Bir şekilde işlerimi vaktinde yetiştireceğime beni inandıran bir saatti o. Değerli ve gerekliydi. Gider ablamdan alırım saatimi, uzakta değil o kadar ama yine de şu birkaç günde kolumda olmaması gerçeği beni çok sıktı. Çok bunalttı. Alışkanlıkla koluma baktığımda ve saat görmediğimde istemeden stres oluyorum ve tüm işlerimin tepetaklak olup yetişemeyeceğini düşünüyorum. Çok yordu bu düşünce beni. Hiç düşünmeyeceğiniz kadar beni etkiliyormuş meğersem kol saatinin varlığı. Günde sayısız kere bakıp işlerimi o saatin üzerinde saatlere yerleştiriyordum. Öylesi bir kol saati işte.

Saat de saatmiş ha. Onsuz yapamıyorum bile diyeceğim neredeyse. Hatta diyorum; onsuz yapamıyorum.

Yok ya onsuz yaparım tabi ki. Benim asıl ihtiyaç duyduğum şey her saniye saatin kaç olduğunu bilebilmek. Telefona falan bakmak zerre umurumda değil. Telefondaki rakamlardan ibaret gibi geliyor ama kol saatinde saatin aslında geç olduğunu ya da günün henüz daha bitmediğini anlayabiliyorum. Çok daha yardımcı oluyor bu bana, gerçekten.

Her neyse. Hayatımda çok çeşitli değişiklikler oldu ve benim bu değişikliklere alışmam için hiç vaktim yok. Okulum değişti hemen alıştım. Daha bir saat önce yurda taşındım ve hemen şimdi alıştım. Henüz yemekhanenin yerini dahi bilmiyorum ama alıştım işte... Ya da nerede namaz kılındığını ya da nerede çamaşır yıkandığını bilmiyorum. Bu şekilde, dağınık kafam ve dağınık yeni dolap çekmecem ile hayatımda ilk defa yurtta kalmaya başlıyorum. Bir-iki saat uzunluğunda olacak şekilde sevdiklerimle buluşabiliyorum. O da ayda ya da birkaç ayda bir oluyor. Maalesef ama bunun için yapabileceğim bir şey yok. Okul saatlerim tüm günümü yiyor ve hafta sonu da günün tam ortasında Korece kursum var. Zor bir dönem içindeyim ama olsun. Bu kadar kısıtlı vaktimde bile birkaç arkadaşımla ve sevdiğimle buluşmayı başarabildim. Çok şükür.

Hayatta hiçbir şey sabit kalmıyor. Bir şekilde düzen bozuluyor, hiç istemediğin şeyler olabiliyor, hatta bazen hiç düzen olmadan aylarca yaşayıveriyorsun. Sonuçta hepsine de alışıyorsun. Mecbursun çünkü alışman lazım. Hayat hala devam ediyor. Bir gün içinde başını koyduğun yastık değişiyor, uyandığın oda değişiyor. Belki de hiç tanımadığın birkaç insan ile aynı odada rüyalar görüyorsun. Bunlara istemeden alışmak gerekiyor. Kötü bir şey de değil hem. 

Ağabeyim bana bunların çok güzel tecrübeler olduğunu söyledi. İleride istesem de böyle bir hayat yaşayamazmışım. Haklı tabi ki. Haklı olmadığı konu çok enderdir. İleride çok isteyecekmişim böyle başka başka yerlerde yaşamayı, durmadan taşınmayı, karmaşık bir düzende yaşamayı... Haklı aslında. Bu durumumu kullanmalıyım. Değerini bilmeliyim. Tecrübe olarak görmeliyim. Tadını çıkarmalıyım.


Ama önce kol saatimi geri almalıyım.

İyi hayatlar...

Yorumlar

  1. Birgün okulun bitip yerleşik hayata geçtiğinde, şimdi şurda oldam şunu yapsam “şöyle” olurdum dediğin hiçbişey “şöyle” olmayacak. Yada ne bilim işte hergün gidip geldiğim bir işim olsa evim düzenim olsa otobüse binmeme gerek bırakmayacak iyi kötü bi arabam olsa aslında “şöyle “hissederdim dediğin şeyleride “şöyle” hissetmeyeceksin belkide. Bir gün o günler gelecek selocum ama bu günlerin gelmeyecek. Beklediğin günlere ulaşırsın ama geçmiş günlerine ulaşamazsın. Şuan tamda geçmiş güzel günlerini yaşıyosun. Ve insan dediğin hep geçmişi özler. Sende özleyeceksin. O yüzden tam da şimdi geçmişini yaşadığını ve bu günlerini özleyeceğine alış. Yüreğine bir inşirah gönderiyorum güzel kardeşim. İyi hisset

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim. Çok değerliydi.

      Sil
  2. Seninde cevap vermen bilmukabele. ����

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor