Ana içeriğe atla

Sıcak Yemeğe Üfledim

Kendinize çok özgür diyebilirsiniz. Özgür olduğumuza inanmıyorum. Tam olarak özgür olacağımız bir zaman asla olmayacak. Akan bir zaman içinde durduramadığımız bir hayatı yaşarken kendinize özgür diyemezsiniz. Parasız hiçbir şey elde edemediğiniz, oksijen çekmeseniz içine hayata devam edemeyeceğiniz bir durumda nasıl özgürüm diyebiliyorsunuz ki?

Kendimi çok baskı altında hissediyordum. Uymam gereken belirli kurallar vardı ve bu benim için ciddi anlamda bir zorunluluktu. Bir gün aslında benim için önemli olan bir kuralı çiğnedim: sıcak yemeğe üfledim. O andan sonra beni boğduğuna inandığım tüm kuralları bıraktım. Kendimi şimdi daha özgür hissediyorum. Tam olarak özgür olamayız, dediğim gibi ama bu yine de çok iyi olmamı sağladı.

Saçma gelebilir size, anlayışla karşılıyorum fakat şöyle bir düşünün. Belki de yatağa gitmeden önce her defasında telefonunuzdaki mesajlara son bir kez bakıyorsunuz ve bu sizin daha geç uyumanıza neden oluyordur. Her defasında pişman oluyorsanız bırakın. Özgür hissedebilirsiniz. 

Mesela ben sıcak yemeği üflemeden yediğimde hep dilim yanıyordu. Ne gerek var ki buna? Üflediğimizde karbondioksit ile yemeğimizi zehirli hale getiriyormuşuz. Şu geçirdiğimiz her gün dışarıda o kadar çok egzoz, sigara ve daha bir çok zehirli hava içimize çekiyoruz ki... Bunu düşünüp üfledim sıcak yemeğe ve öyle yedim. Ölümüm benim ufak karbondioksit topluluğumdan olsun. Ne yapalım.



Yorumlar

  1. Bu konuda çok haklisin bende telefondan kendimi uzak bırakıp gerçekten ilgi alanıma giren konularda kendimi ilerlettigimde hiç olmadigim kadar özgür hissetmiştim veya gece uyumayıp bir kitap bitirdiğimde bu herkes için farklıdır öznellik gösterir sen sıcak yemeği üflersin bense telefonu üflerim benden uzaklaşma kadar belki de bir başkası cayo şekersiz ictiginde

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor