Ana içeriğe atla

Fevkaladeyim


Kpop fanlığı yapıp koreli ünlüler üzerinden hayran kurgusu yazdığım lise yıllarım şu anki halimden 3 milyon kat daha iyiydi. Diplerde geziyordum ama mutluydum.
Şimdi standart, muhafazakar bir türk kızıyım. Vallahi çok sıkıcı.
Instagram kültürüm yoktu. Twitter, wattpad ve YouTube ile yaşardım. Her gün en az 100 yorum ve mesaj okur cevaplardım. Hayran kurgusu olan diğer kategoridaşlarıma göre daha sağlam ve kaliteli işlerim vardı ve övgüsüz tek günüm geçmezdi...
Elhamdülillah güzel pohpohlandık.
Defterler dolusu kurgularım vardı, yazar olmak için delirirdim. Okumak istemezdim çünkü hep yazı yazardım. Derslerde hocaları dinlemez karakter analizi çıkarırdım. Olay kurgusu oluştururdum.
Kpop çoğu uzaktan bakan kişiye göre bomboş, ergen işi, gereksiz ve zaman kaybı olarak gözükür. Gidip psikopat fanlığı övmeyeceğim ama bu kpop fanlığı bana çok şey kattı. Şu an tanıdığım insanlardan en yakın olduğum 8 kişi varsa 2 tanesi kpop sayesinde tanıdığım kişilerdir.
Yazar olmayı istememin sebebi de kpop idi.
İnsanların benim yazılarım sayesinde ağladığını, güldüğünü, düşündüğünü, sinirlendiğini, kahkaha attığını gördüm ben, kpop sayesinde. Biri bana kurgularımdaki bir olayı rüyasında gördüğünü söylemişti. Çok gerçekçi olduğunu vesaire anlattığı upuzun bir mesaj okumuştum. Harika bir histi gerçekten. Kime okuttuysam olumlu yorum aldım. Bunlar tanıdığım insanlar değildi. Büyükler de vardı okuyanlar arasında, yaşıtlarım da, küçük olanlar da.
Çok fazla şey öğrenmiş olduğum için çok mutluyum. Belki şimdi biri sorsa fan hesabımı onunla paylaşamam. Utanacağım çünkü. Pişman değilim ama. Onca önemli vaktimi harcadığım için.. Vakit benim vaktimdi. O kadar ilgi göstermesem, o kadar para dökmesem, o kadar bağlanmış olmasam şu anki ben olmazdım diye düşünüyorum.
Gençken herkesin garip işleri olmuştur. Çok şükür ki bu kadar hafif bir iş ile geçirmişim o yıllarımı. Daha kötüsü olabilirdi. Tamamen insanların laflarıyla söylüyorum, kendi içimdeki yeteneği keşfetmemi tetiklemiş bir fanlık serüveni benim için oldukça değerli.
Üniversite telaşı ile uzaklaştığım, ilgimin azaldığı geçmişteki bir anı olarak kaldı ama arkadaşlarım yanımda, kurgularım duruyor. Hevesim kalmadı artık, farkındayım. Blog siteme bile yazı yazmıyorum uzun süredir. Kurgu yapmak da istemiyorum artık. Çünkü pembe dizi misali hayatım beni oldukça meşgul ediyor.
Gittikçe büyüdüm ve yetişkin birey meşguliyeti sardı her yanımı. Sanki artık hayal gücü kalmamış düz bir memur gibiyim. Şaka maka sigortalı maaşım var. Kendime 40 yaşını devirmiş ve tüm ümitleri sönmüs orta yaş sendromlu ev hanımı muamelesi yapmayacağım fakat inanın kendimi tam olarak da öyle hissediyorum.
Keşke şimdi lise 2 okuduğum o yıla dönsek ve ben o herkesi şok eden hikayemi belirli günlerinde yayınlasam. Salı ve perşembe günleriydi sanırım. Saat tam 19.00'da. Pazartesi günü adada geçen hikayemin bölümünü atardım. Cumartesi günü komedi türündeki, absürt hikayemi, pazar günü ise hayatımın en büyük işi olduğuna inandığım o güzel kurgumu atardım. O hikayeme roman deme cüretini gösteriyorum. Romandı o. Yaklaşık 500 A4 kağıdı tutuyordu. Ne güzeldi. Yazmam bir yıl sürmüştü sanırım. Belki de iki yıl hatırlamıyorum. 2015 yılında bitmişti yazmam. Final yapmıştım. O zamandan beri de kurgu yapmıyorum zaten.
Ben ilginç bir aptalım. Aldığım kitapları okumam mesela, raflarımda öylece uyurlar. Tüm o hayalim olan kurgular bir alt rafındadır okuma kitaplarının. Defterler içinde kurulu dururlar. Turşu demeyi tercih ediyorum onlara. Çünkü 6 yıldır falan turşularını kuruyorum.
Böyle olsun istemezdim canım elbet. Sonuçta halim de yerinde. Havalı bir okulda havalı bir dil öğreniyorum mesela. Fevkaladeyim. Halimi sorarsanız 10 numara diyeceğim. Gerçekten halim 10 numara. Çünkü üzerimde distopik kurgulardaki ülkelerde yaşayan sorgulama yeteneğinden yoksun vatandaş hafifliği var. Oldukça itaatkarım. Kafamı yormuyorum, canımı sıkmıyorum. Bomboş geçiriyorum hayatı.
Bunları da ayda bir gelen geçmiş özlemim ve 'halim cidden 10 numara mı' konulu sorgulamam sebebiyle yazıyorum. Yoksa dediğim gibi her şey oldukça yerinde, halinde..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor