"...Tremaine'in sedyedeki hayali bir anda hastane koridorlarının eski hatıralarıyla, anılarıma kalıcı olarak mühürlenmiş iğrenç dezenfektan kokusuyla yer değiştirdi. Bir anlığına yeniden on bir yaşıma dönmüştüm, kucağım şakayıklarla ve yemek tepsisiyle dolu hâlde babamın hastane odasına giriyordum. Çiçekleri vazoya koyup birlikte hastane yemeğimizi yerken bağdaş kurup yatağına otururdum. Babamın bir zamanlar gür olan parlak mavi saçları artık grileşmişti ve her gün topak topak dökülüyordu. Hastane önlüğü bir deri bir kemik kalmış omuzlarında tuhaf biçimde kırışmıştı. Babam cıvık cıvık brokolilerin her birine çatalını tek tek batırıp ağzına atıyor, köftelerini çatalıyla dikkatlice ikiye bölüyordu. Ama kare şeklindeki minik çikolatalı pastasından uzak duruyordu.
Ona pastasını neden tabağında bıraktığını sorduğumda, şeker aynı zamanda zehir de olabilir, demişti bana.
O dönemde düşünebildiğim tek şey o sabah okulda öğrendiğim uzay mekiği 'Challenger'dı. Hükümet, mekiğin patlaması tüm mürettebatı anında öldürdü, diye açıklanan resmi hikayeden hoşlansa da asıl gerçek 'Challenger'ın roketi patladıktan sonra bile kabinin sağlam kalmış olmasıydı. Kabin gökyüzünde 3 mil daha ilerlemeye devam etmiş ve ardından iki buçuk dakika kadar tüm hızıyla Atlas Okyanusu'na dikine çakılmıştı. Tüm bu süre boyunca mürettebat tamamen kendindeydi ve her şeyin farkındaydı. Ölümün doğrudan yüzüne bakmalarına rağmen oksijen maskelerini ve emniyet kemerlerini hala takıyorlardı.
Hayatta kalmak için elimizde avucumuzda ne varsa tüm gücümüzle savaşırdık; sanki oksijen maskesi, emniyet kemeri ya da bir dilim çikolatalı pastadan uzak durmak bizi kurtarabilecekmiş gibi..."
WILDCARD - Marie Lu
Böyle bir kısım vardı okuduğum kitapta. Kitap bir sanal gerçeklik oyununu ve daha birçok ütopik şeyi anlatsa da ben tam olarak bu kısımda kaldım. Metin yeterince ne anlatmak istediğinin farkında o yüzden üzerine konuşmayacağım.
Öylesine paylaşmak istedim.
Ve bu parçayı da dinlemenizi isterim. Tıklayınız.
Ona pastasını neden tabağında bıraktığını sorduğumda, şeker aynı zamanda zehir de olabilir, demişti bana.
O dönemde düşünebildiğim tek şey o sabah okulda öğrendiğim uzay mekiği 'Challenger'dı. Hükümet, mekiğin patlaması tüm mürettebatı anında öldürdü, diye açıklanan resmi hikayeden hoşlansa da asıl gerçek 'Challenger'ın roketi patladıktan sonra bile kabinin sağlam kalmış olmasıydı. Kabin gökyüzünde 3 mil daha ilerlemeye devam etmiş ve ardından iki buçuk dakika kadar tüm hızıyla Atlas Okyanusu'na dikine çakılmıştı. Tüm bu süre boyunca mürettebat tamamen kendindeydi ve her şeyin farkındaydı. Ölümün doğrudan yüzüne bakmalarına rağmen oksijen maskelerini ve emniyet kemerlerini hala takıyorlardı.
Hayatta kalmak için elimizde avucumuzda ne varsa tüm gücümüzle savaşırdık; sanki oksijen maskesi, emniyet kemeri ya da bir dilim çikolatalı pastadan uzak durmak bizi kurtarabilecekmiş gibi..."
WILDCARD - Marie Lu
Böyle bir kısım vardı okuduğum kitapta. Kitap bir sanal gerçeklik oyununu ve daha birçok ütopik şeyi anlatsa da ben tam olarak bu kısımda kaldım. Metin yeterince ne anlatmak istediğinin farkında o yüzden üzerine konuşmayacağım.
Öylesine paylaşmak istedim.
Ve bu parçayı da dinlemenizi isterim. Tıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder