Ana içeriğe atla

aniden bir şarkıya hapsolursun. ve aslında o şarkının hissettirmesi gereken duygulardan oldukça uzaktasındır. Cem adrian'ın kül adlı şarkısına takılı kaldım. pek de kül olmuyorum ya da kahrolmuyorum. sadece nasıl hissedeceğimi bilemediğim bir haldeyim. pek keyif almıyorum çoğu şeyden. her şey bana iğrenç geliyor mesela. canım çok sıkkın.

bugün istanbul trafiğindeydim. uzun zamandır trafiğe girmiyordum. istanbuldan yine midem bulandı. burası beni o kadar boğuyor ki. çok bunaldım. imkanları daha iyi olsa ne fark eder ki trafikten imkanın kendisine ulaşabiliyor muyuz? ruh halimiz bok gibiyken imkan dolu olsak ne olur? sinir krizine girdikten sonra ben her şeye kolaylıkla sahip olsam ne olur ki? bu şehir insanı tüketiyor. bu şehir insanı yaşlandırıyor. 

eğer daha verimli bir hayat sürecektiysem de bu şehir bendeki tüm enerjiyi çoktan sömürdü. eğer daha uzun yaşayacaktıysam da bu şehrin inşaat tozları beni birkaç yıl daha ölüme yaklaştırdı. kurallara uymayan insanlar beni sinir hastası haline getirdi. ısrarla durmadan özel araçlarıyla bu iğrenç trafiğe trafik katan insanlar yüzünden daha da geç kaldık. daha da sinirlendik. daha çok korna sesi duyduk. 

bir deniz manzarasıysa istanbulu önemli kılan deniz manzarasına bakmadan aylarımı yıllarımı rahatça geçirebilirim. boğaz köprüsüyse o da önemli değil, tarihiyse güneydoğu anadolu bölgesinde daha çok var. doğal güzelliği? görmedim hiç. 

eğer çirkin binalar isterseniz burada oldukça mevcut. kirli hava, pislik içinde bir deniz, çöplerle dolu yol kenarları, varsa da bir manzara rezil eden yapılar, huzur bulamayacağınız gürültü, adım atamayacağınız bir kalabalık, nefes alamayacağınız bir hava... her gördüğüm yeni şeyde midem daha çok bulanıyor. arabayla 1 saatte gideibldiğim yere 3 saatte gidebildim. hatta arabayla daha da kısa sürerdi ama trafik yine de aksamaya sebep oluyor. arabayla gitsem bile gideceğim yerde arabayı koyabileceğim bir yer yok mesela. 

arabalarda birer kişi var. otobüslerde ise sıkış tepiş bir ortam. ne toplu taşımaya gereken önem verilmiş ne de bu kadar pahalı olmasına rağmen insanlar arabalardan vazgeçiyor. yine de herkes bir şekilde o arabayı alıyor. 

insanlar rahata mı düşkün, sinir hastası olmaya mı istekli yoksa gösteriş onlar için her şey mi? mesela bir keresinde parmağında 5 taşı olan bir kadın görmüştüm ve aşırı mutsuz, oldukça yorgun bir halde otobüsle evine dönüyordu. bu beni sorgulatan bir manzara. gerçek bir şeyleri canımız istediği için bir yapıyoruz yoksa olması gereken o olduğu için mi? mesela araba cidden bir ihtiyaç mı? ya da parmakta koca taşlı yüzükler? cidden mutlu muyuz? cidden daha mı rahat hissediyoruz? 

cidden bunca mala ihtiyacımız var mı? bunca atık gerçekten atık mı? gerçekten tamamen tüketip m bu kadar atığı oluşturduk yoksa birer müsrif miyiz? birer istifçi miyiz? hepimiz ufacık odalı ve üst üste duran mezarlarda tıpkı eski dönemlerin hükümdarları gibi kendi hazinelerimizle gömülü mü yaşıyoruz? ne kadar mutluyuz gerçekten?

bugün bir adam o kadar normal bir olaymış gibi yere çöp attı ki. sonra etrafta çöp kutusu aradım, yoktu. çöpünü attığı yer de moloz yığınları, inşaat eldiveni, şişeler, peçeteler, sigara izmaritleri ile dolu bir yerdi zaten. bunca çöp arasına bir de maske çöpü girdi. sanki yeterince çeşitli çöp yelpazemiz yokmuş gibi bir yenisi eklendi. tebrik ederim herkesi. 

bir gün açın ve nasıl da balıkların midesini kesip içinden plastik parçalarını çıkardıklarını izleyin. bir kaplumbağanın burnundan yarım metre kadar uzunluktaki kalın bir demir çubuğu kanlar içinde çekip aldıklarını izleyin. bir maskenin lastiklerine dolanmış bir su hayvanının can verişini izleyin. aptal sigaranızın aptal izmaritlerinin de birer çöp olduğunu anlayın. 


bu dünyada istediğim gibi bir yer asla olmayacak. çevre ve insanların davranışları açısından temiz bir yer bulsam da fikir yapıma uymayacak mesela. ne fark edecekse artık bir insanın müslüman olup olmaması.. çevrenin içine ederlerken pek de müslüman gibi düşünmüyorlar. ne fark edecekse artık herhangi bir yerde yaşamanın.. yine her yer iğrenç gelecek bana. sanki dünya aşırı boş ve gereksiz. sanki her şeyim gitse o kadar da umurumda olmayacakmış gibi. bu şehirden defolsam da pek mutlu olmayacakmışım gibi. burada da mutlu olmayacağım biliyorum. her neyse.


her şeyin fazlası burada. her şeyin en kalabalığı, en büyüğü, en gürültülüsü, en eni. her şeyin en en eni burada. bir tek huzur yok. huzurun da en fazlası burada olsaydı... o zaman daha demin saydıklarım pek olamazdı gibi. her şeye sahibimiz ama huzura değil. gökyüzünde öylece duran yıldızları görmeye bile muktedir değiliz. 


bu şehirde ya da bu dünyada sadece boğulabiliriz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor