Ana içeriğe atla

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil.

bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor oldu. sanki artık oraya bağlıyım ve her şeyinden sorumluyum. psikolojimi altüst etti gibi hissediyorum. ama aslında olan tek şey saçma bir düzen içinde kendime uygun bir konum bulamamam. 

sanki her şey çok samimiyetsiz gibi. insanlar bana o kadar samimiyetsiz geliyor ki ben de artık kendimi samimiyetsiz hissediyorum. herkese tatlı tatlı konuşuyorum ama ne kadar gerçek?

gerçek değil işte. herkes rol yapmak durumunda. rol yapmayı kabullenemezsen ve bunu devam ettiremezsen kendini iğreti duran, üstündeki her şey ile beraber şirkette emanet duran birine dönüşürsün. zaten şirket içindeki durumum da buna benzer. evet rol yaparım sorun değil ama bunu cidden istiyor muyum? tüm samimiyetsizler arasında ben de samimiyetsiz olabilirim. bu benim için o kadar kolay ki... ama işte hayır olmuyor. olmuyor işte. hallederim ama halletmek istiyor muyum? çoğu şeyi yapabilecek kapasitem var ama cidden yapmak istiyor muyum?

düşünceler içindeyim. şirkette olduğum her an düşüncelerdeyim. biliyorum ki bu durum bu şirkete özgü değil. ne kadar kurumsal şirket çalışanı arkadaşım varsa hepsi kendi şirketinde benzer durumlarla yaşamaya çalışıyor. tahammül ediyor. ne kadar benzersen o kadar iyi senin için. gözümün önünde, benimle beraber şirkete girmiş arkadaşımın benzeşmesini izledim. artık arkadaşım değil fakat her gün gördüğüm ve her seferinde şaşırdığım bir duruma evrildi. ne diyebilirim ki? kabullenen ve aslında kendisine bu durumu yediren herkes işine gücüne bakıyor. sorunsuz bir şekilde devam ediyor. ben de dışarıdan sorunsuz bir şekilde devam ediyorum gibi gözüküyorum diyemem. çoğu kez somurtan ve her seferinde insanlara bulunduğumuz hapishanenin aslında nasıl bir havaya sahip olduğunu düşündürtmeye iten sorular soran biriyim. yüksek ihtimalle negatif basan bir malım ama ne kadar umurumda sizce diğerlerinin düşüncesi? 

en başından beri aman öyle deme ama böyle deme seni işten atarlar sana zorluk çıkarırlar denip duruyor. bu derece muhtaç birine mi benziyorum ki? bu benim için bir hakaret. bulunduğu her ortamda rahatsız edici o soruyu soracak olan bir sosyolog olarak yetiştim ve hayır ben kimsenin keyfine göre kendimi evriltemeyeceğim. bir düzen varsa da uymayacağım. anarşistlik ise inanın sıfatın bile önemi yok bende. ayrıca klavyem çok güzelken böyle şeyler beni üzemez.

nazik biriyim, işimi düzgün yaparım, problem çözerim ve pratik aksiyonlar alırım. bir fırsatım yani bulunduğum yere. o zaman benim varoluşsal sancılarım da bir zahmet kabullenilsin. düşüncelere dalma hastalığım görmezden gelinsin. itiraz etmeyi, geri dönüşte bulunmayı çok severim. buna her zaman devam edeceğim. bunu önemsiyorum. birileri bir şeyi iyi yaptıysa bu belirtilmeli ve birileri bir şeyleri kötü yapıyorsa bu da bildirilmeli. her şey sadece şikayet olamaz. bir geri bildirim sadece hakaretten ve olumsuz düşünceden ibaret olamaz. birileri hatalıysa bunu bildiririm, işini cidden iyi yapıyorsa da bunu üstlerine söyleyip ne kadar iyi biri olduğu hakkında o kişi överim. böyle olmalıyız ve inanın bu hiç zor değil. insanlar bana cimer diye lakap taktı. onur duyarım. bir şeyleri düzeltmeye çalışmak bir çizgidışılılık değildir. ben onurlu bir vatandaş olarak ülkemi geliştirmeye çalışırım. karşı taraf bunu umursamaz ise de bu onun vizyonsuzluğudur. beceriksiz insanlar ile vakit kaybedilmez. bunu de öyle araya demek istedim.

işini bilmeyen insanlardan o kadar rahatsız oluyorum ki. bazen sadece normal bir şekilde yapılması gereken şeyi yapınca İŞKOLİK olarak adlandırılıyorum. aga sen rezil bir vakit kaybı olabilir misin bu hayatta bir sorgula istersen. ya da standart bir öğrenci olarak derslerimi takip edip hocalar ile iletişim kurunda İNEK olarak tanımlanıyorum. kardeşim sen sefil bir tembel olabilir misin mesela? insan önce bir kendisine baksın. sonra ben yine de takıntılı bir manyak ise bak bunu kabul ederim. takıntılıyım çünkü bu ülkede bu seviye bir etik kural benimsemiş halim ile yaşamak bir işkence. takıntılı bir manyak olmazsam başka şekilde deliririm gibi geliyor. abartmak zorundayım çünkü öbür türlü tahammülü zor bir hayattayım. bunları ben psikoloğuma da anlatayım en iyisi.

kendimi toparlamaya çalışıyorum. kendimi anlamaya çalışıyorum. hallederiz illaki. halledilir. klavyem var mesela. uzun süredir istiyordum ve çok şükür bugün klavyem oldu. şimdi ev kadını olarak gidip çorba yapacağım. kocam acıktı. görüşmek üzere. 



YAZMAYI O KADAR ÖZLEMİŞİM Kİ AĞLAMAMA ÜÇ SANİYE KALDI.


görüşürüz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am