Ana içeriğe atla

güzel bir yeşil

ikindi gibi izin için başvurduk. ertesi sabaha kadar izin çıkmadı ve kaymakamlığa gittik. sonra yola koyulabildik. gidiş iki saat kadar sürdü. abim 120'den de fazla hız yaptığını söyledi ama ben hızı pek sevmediğim de hızdan korktuğum için uyumayı çözüm olarak seçmiştim, o yüzden bilmiyorum. yol boyu nereye gittiğimizi sordular. hep aynı şeyi söyledik: cenazemiz var.

dayımın, kırmızı ışık görünce yavaşlayıp tin tin giderek yeşilin yanmasını beklediği şehirdeydik. -istanbul'da bunu yapamazdı- kırmızı ışık yanında durduk. istanbul'luyuz ya yeşil yanınca hemen gaza basacağız. kırmızı ışık yerine kırmızı renklerle EVDE KAL yazıyordu. tüm dünya bu ikaza çok aşina. bir süredir böyleyiz.

dayım ve teyzemlerin yaşadığı apartmana geldik. annem arabadan indi, dayım dışarıya çıkmıştı. "ne yani, abime sarılamayacak mıyım şimdi?" dedi. sarılamayacaktı. sarılmadı da. o gün hiç kimse, hiç kimseye sarılmadı.

"bu bizim alacağımız olsun" dedi dayım. öyleydi cidden. bu bizim alacağımız olsun. bu günleri unutmasın kimse.

en küçük kuzenimiz de oradaydı. büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. sadece öyle nasılsın , iyi misin diyebildik. teyzeme sarılamadım. yengeme sarılamadım. hepimizin yüzlerinde maske vardı. hayatımda ilk defa maske taktım. balıkesir'deydik.

herkes çok normal davranıyordu. şoktan olsa gerek. ne yapacağını bilmez bir halde, birbirine dokunamıyorsun, yüzünde maske var ve düzgünce nefes alamıyorsun. mahalleden birkaç kişi daha geldi. dedemin yıkanmış cenazesi de arabada gelmişti. omuz omuza namaz kılınması gerekir ya, en az bir metre mesafe vardı. anneannem ve dedemin yıllarca kaldığı ama şimdi bomboş olan ev ile teyzemlerin kaldığı apartmanın arasındaki yola uzunca iki saf yapıldı ve namaz kılındı.

anneannemin evine baktım uzun bir süre. oldukça vaktim olmuştu. yıllar önce anneannem de yaşıyorken biz her gelişimizde orada kalırdık. soba olmayan tek odaya soğuk oda denirdi. zaten topu topu üç oda vardı evde, bir de mutfak. salonun uzun balkonunda salçalar serili olurdu eğer yaz mevsiminde gitmişsek. o balkonun köşesinden evin önündeki ufak (aslında bize kocaman gelen) balkona atlardım. büyüklere göre tehlikeliydi ama hiç de düşmemiştim doğrusu. bu büyükler bizi beceriksiz mi sanıyor, bilmem. o ufak balkonun zeminine kilim sererdik, tahtadan masamız olurdu. yemeğimizi orada yerdik, ufak bir evcilik oyunuydu işte. ablamla ben öyle oynardık ama abime uyan erkek kuzenlerimiz gelip hep oyunumuzu bozmak isterdi. ne gıcık olurdum ama hepsine! dün gördüm o ufakken kavga ettiğim kuzenlerimi. hepsi kocaman adam olmuş.

keşke büyümeseydik diyorum, o balkondan yukarı kattaki kullanılmayan, inşaat halindeki eve doğru çıkan eğik yol hiç merdivenleşmeseydi, ellerimizle oradaki çakılı tahtalardan tutuna tutuna çıksaydık o yasak yere ve sonra büyükler kızsaydı elimize çivi batar, yere düşeriz diye. keşke dedem incir ağacını kesmeden önceki zamana dönseydik, o ufak (aslında bize kocaman gelen) balkondan o ağaca çıkabilirdik. olmamış olduğunu fark etmediğimiz incirleri toplayınca içindeki acı sütü tadıp yüzümüzü ekşitirdik.

yılda en fazla iki kere gittiğimiz bir yerdi orası ama çok severdim. dayımla acı biber yeme yarışması yapmıştık, yaşım 9 falan. ikimiz de ağlamıştık acıdan ama inat değil mi, ikimiz de bırakmadık yarışmayı. belki dayım bana tolerans gösterdi, bilemem ama çok iyi acı yerdim. hala öyle.

teyzem bize hastanedeki anılarını anlatırdı. kendisi bir ebe hemşire. çok güzel anlatır, onu dinlerken hipnotize olursunuz. dün gördüğümde de ufak ufak şeyler anlattı. canım teyzem.

büyümeseydik diyorum, keşke büyümeseydik. anneannemin dedem ile beraber tüm torunları için ekmeklere teker teker sürdüğü tereyağı ve çikolataları özledim. o karpuz ekmek dediğimiz balıkesir ekmeğinden evde ondan fazla var, evde tereyağı da var ama aynı şey değil. anneannemin o kadar erkek torunu arasında sadece üç tane olan kız torunlarını alıp ufak çaplı düzenlediği kına gecelerini özledim. kınayı onunla sevmiştim. kınam çok var ama aynı şey değil.

anneannemin vefatından sonra uzun bir süre kına yakmamıştım. şimdi de bir süredir yakmıyorum. dün anneannemlerin evine uzun uzun bakmama vesile olan o geniş zamanda bunu da düşündüm. artık bana ufak gelmeyen balkon oradaydı ama incir ağacı yoktu. üst kattaki bitmemiş eve çıkan eğik zemin merdivenliydi ama alt kattaki evin perdeleri yoktu. evin kapısındaki işlemeli çıkıntılara birkaç fatura sıkıştırılmış, onları oradan alan olmamış. bilmiyorum evin içinde neler kaldı geriye, vermişlerdir belki çoktan birilerine. soğuk oda boştur, oturup televizyon izlediğimiz sobalı ufak oda da.

düşünecek çok vaktim oldu işte, kendi kendime üzüldüm. ağlamadım ama. bir süredir ağlamıyorum. anneanneme çok ağlamıştım sonra da artık ölümlerin beni ağlatmadığını fark ettim. zaten topu topu 3 ölüm gördüm. alıştım demiyorum da kabullendim sanırım.

sonra erkekler mezarlığa gittiler. kadınların pek görevi olmaz böyle zamanlarda zaten. oturup evde, küçük bir grup ile mevlid okundu. o kadar. kısaydı da. birkaç sure ve dağılış. polis gelirse hepimize ceza yazar diye pek de uzun tutulmadı hiçbir şey.

ve daha sonra yola çıkıyoruz dedi babam. sonuçta bir günlük izin almıştık, iftara da eve yetişelim diye çıktık. iki saat durmuştuk sadece. kimseye sarılmadık yine, öylece birbirimize el sallayarak vedalaştık. birkaç ufak espri de yaptık tabi. şakası bol bir aile benim anne tarafım. seviyorlar ufak da olsa ortamın modunu yükseltmeyi. eğlenceli insanlar.

dönüşte abim 120 sınırını geçmedi. artık acelemiz yoktu çünkü. yol dört saate yakın sürdü. ben biraz uyukladım. birkaç kere kontrol oldu, nereye gidiyorsunuz dendi ve biz hep aynı şeyi söyledik: cenazemiz vardı.

yol güzeldi. yeni yapılmış izmir yolu. etrafı yeşillik dolu. güzel bir yeşildi. baktıkça hayran oluyordum. video çektim, fotoğraf çektim. güzel bir yeşildi. yeşili severim.

söyleyeceklerim bu kadardı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor