Ana içeriğe atla

Zaman

...yavaş mı geçiyor yoksa ben çok mu hızlı yaşıyorum? ya da günler geçmek bilmiyor da ben tam bir boşluğun ortasında mıyım? 

Aylar geçmiş sanki, bir işi yaptığım son an sanki aylar önceydi ama sonra bir bakıyorum sadece bir ay geçmiş. Ya da haftalar önceydi dediğim şeyin aslında altı gün önce olduğunu görüyorum. Bu tarihler olmasa ben kaybolurdum. Vakit çok mu hızlı geçiyor? Ya da ben çok hızlı geçtiğini mi sanıyorum? Sanki günlerdir uyuyorum ama aslında sadece o günün akşamına uyanıyorum. Şu ödevin teslim tarihine bir gün kaldı diyorum. Saatler geçiyor, hatta bana göre günler geçiyor ve tarihe baktığımda hala bir gün kaldığını görüyorum.

Günler geçmiyor. Artık bir saniye bende bir saat. Geçmiyor. Yanımda biri olduğunda (yani aslında telefonda) bir dakika sonra bir saat geçiyor. Önceki tek başıma olan saniyelerimin harcamak bilmediği saatler birden fazla olduğum zaman uçup gidiyor. 

Yalnızlığı sevmediğimi öğreniyorum. Yıllar önceki ben bunu isterdi. Şimdiki ise katlanamıyor. 

Zaman yavaş geçiyor. O kadar yavaş ki geçen aydan beridir aylardır final haftasının gelmesini bekliyorum. Geçen aydan beri aylar geçti ve hala final haftasına bir hafta var. 

Yatağımda dönüp duruyorum. Tamam akşam yaparım diyorum mesela herhangi bir işime ama sonra yapmıyorum. Ertesi gün yaparım, diyorum. Ertesi günün akşamı oluyor ve yapmamış oluyorum. Bu döngü haftalarca sürüyor ve bakıyorum ki aslında sadece iki gün geçmiş. 

Zamanın yavaşlığını daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Öyle yavaş ki, bu yılın başı altı yıl önceydi sanki. Geçmişe bakıp "niye geçtin" diye üzülen ben, geçmiş diye bakıp üzüldüğüm anın birkaç ay önce olduğunu fark ediyorum. Bunu çok yaptım. Aslında o kadar geçmemişken üstünden, "ne güzel günlerdi" dediğim oldu. Zaman kavramımın kötü olduğunu bilirdim ama bu süreçte daha da kötüleşti diyebilirim.

Mesela saatlerdir gece yarısının gelmesini bekliyordum. Yani 23.30'dan beri. Neyse ki bir diğer güne geçtik. Çok şükür. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor