Ana içeriğe atla

yarın bitsin.

 lütfen bitsin artık. ellerimde kanamayan bir yer, dudaklarımda yolunmamış deri kalmadı. sabahları canım acıyarak ellerimi yıkıyorum. çok yoruldum. haftalar geçti ve yarın bitmedi. gelmesi o kadar sürdü ki hala bugün diyemiyorum yarına. gelsin ve bitsin artık. 

çalışıyorum, okumayı seviyorum ama sanırım kalbime iyi gelmiyor. kalp dediğim de ruh sanırım. stresten mahvoluyorum. yine de enerjimi sağlam tutmaya çalışıyorum. bitsin istiyorum. sonra yine başlayacağını bildiğim halde. birkaç ay sonra da olacak, öbür dönem de olacak öbür yıl ve ondan sonraki yıllar da olacak ve ben bu yaşadığım ağır stresi unutup unutup başıma yeni yeni işler alacağım. 

bu kadar da zoru seven biri değildim aslında. sanırım yanlışlıkla çok zorladım kendimi ve artık geri de dönemiyorum. insanlar ne der?

mimarlık kazansaydım ne olurdu acaba diye düşünüyorum. her sınav zamanı böyleyim. sabahlara kadar gözlerim bozulup sırtım kamburlaşana kadar, ellerim yapıştırıcıdan dolayı mahvolana kadar ödev yapsam daha mı az stresli olurdum? en azından ellerim kanamazdı sanırım. ya da dudaklarım. bilmiyorum. üniversitede beşinci yılım ve ben daha başını bile bitiremedim. yarın da gelmiyor zaten. 3 yıl nasıl gelir bilmem.

çok yoruldum. o kadar çok çalıştım ki lisedeki ben gurur duyardı. lisedeki ben kendi dışındaki tüm selimelerle gurur duyardı ya gerçi, her neyse. şaşırırdı da doğrusu. bu kadar çalışmanın sonucunda rahatlarım sanırdı sanırım. yani çok çalışmak insanı rahatlatır denir. çünkü çalışmışsın, biliyorsun. son güne bırakmamışsın işte. hakimsin her şeye abi. tüm sınav konularını yutmuşsun.

ama bende işler farklı. çalışmadığım sınavda o kadar rahatım ki. tüm lise boyunca sınav stresi yaşamadım. ilk stres yaşayışım üniversite sınavına gireceğim zamandı. lise sınavında da umurumda olmamıştı mesela sınav. çünkü kendime göre standart bir çalışma yapıyordum. az ve sakin. yorucu olmayan. ama üniversite sınavında kilo bile vermiştim. yani sınavdan sonra fark ettim bunu. stresten kilo veriyor olmama da şaşırmıştım doğrusu. çünkü selime kilolu biridir.

stres. bitmiyor. etüde hiç yaşamadığım bir şeydi, kabul ediyorum. şaşırmıyorum da. ama bu okulda mahvoluyorum. parmaklarıma güzel bakmak istiyorum mesela ama sınav zamanı yine paramparça olacaklarını biliyorum. bir çözümü de yok. önüne gelen "koparma" diyor. ya çok sağol biliyor musun benim hiç aklıma gelmedi.. kabul ettim ben, çözüm aramayı da bıraktım. çözüm okulu bırakmak, yani bırakmıyorum. 

o kadar çalışıp sonunda çalıştığım konuya hakim olamamak ne demektir bilir misiniz? sanki boşa çalışmışım. çalıştığım her neydi ise başkası çalışmış hepsini. doğrusu sorun başka bir dilde öğreniyor olmakta da var. ama buna suç atmaya hakkım yok. kimse kucağımdan tutup beni bu okula atmadı. keşke diyorum o aptal üniversite sınavında daha düşün yapsaydım ve daha düşük bir üniversiteye gitmemi kimse garip karşılamasaydı. bu puanla düşün üniversiteye gitsem insanlar gerçek bana aptal derdi. nankörlük yaptığımın farkındayım ama ne kadar çalışarak ve kadar stres olarak kazanırsan okulu, o okul da aynı stres ve yorgunlukta bitirilebilir ancak. yani çok fazla çalışıp yorulduğunuz bir günü düşünün. o gün sayesinde kazandığınız bir hedefi düşün ve o hedefte yürürken hep o günkü yorgunluk ve stresle başa çıkmak zorunda olduğunuzu hala edin. nankörsem de nankörüm. mızmızlanmak istiyorum belki.

annem ve babam "okuma o zaman" diyorlar. her böyle stres içinde kendimi paraladığım zaman bunu derler. doğrusu okulu bırakırsam da garip olur. her neyse, ders başladı. nefret ederek Ingilizce dersine gideceğim..  muaf da olamadım zaten. aptal bir ders.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor