Ana içeriğe atla

kulağımda sevdiğim bir melodiyle yazıyorum. karanlık çünkü artık gece oldu. bu müziğin arka fonda çaldığı bir sokakta yürüyen bir kızın sokak kadar karanlık hayatını anlattığım bir roman yazmak istiyorum. şu sıra ben yine yazar olmak istediğim o eski hayallerime doğru meyletmekteyim. fenayım şu sıralar. belki etraf sistir. gerçi dinlediğim şarkıyı bilmiyorsunuz o yüzden oldukça karanlık ve depresif bir hikaye kurguladığımı anlayamadınız. berbat bir şey. paralel evren gibi düşünün.

birkaç gün önce arkadaşlarım ile şimdi biz olmasak nasıl insanlar olurduk diye konuştuk ve o kadar heyecanlandım ki bu fikir ile. kalbim, duygularım, zihnimde akan onca sahne, geçişler, diyaloglar, ambiyans, karakterlerin geçmişi, ailesi, hikayesi, kavgalar, barışlar... anlatamam. içim içime sığmıyordu. o anda gelip bu bloga onu yazabilirdim değil mi? yazmadım. çünkü o günün ertesi gününden itibaren bu sabaha kadar bir ödevi yetiştirmek için ders çalıştım. ne kadar hevesim varsa okul işlerinin arasında savruluyor sanki. zaten son hikayemi bitirdiğimde de üniversite sınavı hazırlanmak için yazmayı bırakmıştım. bu kadar üniversite sevdalısı olmasam, şu an öylesine bir yerde okuyup öylesine ödevler yapıp, bir yandan da tüm heves ettiklerimi yazabilirdim. mesela gider moda tasarımı okurdum ve şimdi mezun olmuş olurdum mesela? zaten çalışma gibi bir düşüncem yok. şu an çok muhteşem harikulade eğitim serüvenimin sonunda da bir meslek hedefim yok mesela. para kazanmayı da düşünmüyorum. aklımda bazı şeyler var.

aklımdakiler sanki bağırıyorlar. bana hakaret etmeye başlamalarının üstünden birkaç yıl geçti bile. sanki o aklımdakileri hapsetmiş gibiyim. onlara psikolojik şiddet uyguluyorum ve bu da doğrudan benim psikolojimi etkiliyor gibi. bir ara kurgularımdan turşular olarak bahsediyordum. turşu gibi kurmuşum ve kenarda bekletiyorum sanki hepsini. fakat kurulan turşular bile birkaç aya yeniyor. ben hala kurgularımın tadına bakamadım, başka kimseye de ikram etmedim.

bir tane kurgum vardı. ilk kurguladığım zaman heyecan içinde ablama bahsetmiştim ve o da bana bunu daha ince işleyip kitap haline getirmemi söylemiştim. çok heyecanlıydım. sonra üniversite sınavına hazırlanmaya başladım. üniversiteye geçince ise bir süreliğine değer vermiş olduğum biri oldu hayatımda ve ona anlattım bu kurgumu. yani yarısını. çünkü diğer yarısını sonra anlat dedi. devamını sormadı bir daha ama. sonra da zaten yollarımız ayrıldı. kurgumu tamamlamak isterdim doğrusu ama olmadı. 

her neyse. yıldönümü yaklaştığından sanırım aklıma geliyor arada. ölmüş birinden bahseder gibi konuştum. neyse işte. en değerli kurgum diyebilirim. gerçi bir tane daha var. böyle düşününce diğer kurgum da aklıma geldi. en son aklıma gelen kurgu biraz liseli gençlere malzeme olabilecek türden. mesela kitap olsa liseliler bayılır sonra filmini yaparlar ve filmegitmedenönce kanalının beyni olan Cem başak ağzına sıçardı filmin. yani tam öyle bir kurgu. biraz fantastik diyeceğim ama asla değil, bilim kurgu hiç değil. ruhani desem o ne kafasını kırayım diyeceksiniz, ben de hiç bilmiyorum doğrusu. yani liselilere malzeme olabilir. rüyamdan kurguladım. bir twilight faciası da olabilir her an. her neyse zaten yazmam yüksek ihtimalle yani cemden paçayı kurtardım.

çok değer verdiğim kurgum karmaşık ve fazla o hayatlara hakim olmadığımdan bok da olabilecek bir şey. yani çete, mafya her ne ise, ne diyorsanız. doğrusu ben içindeki dramatik hikayeleri seviyorum. çete işlerinden de cidden anlamam ve dizilerini, filmlerini izlemeyi de hiç sevmem ama bu kurgunun da sadece başındaki 10snlik sahnesinin benzerini rüyasında göre arkadaşımdan ilham alıp kurgulamıştım. kendisin bundan haberi 5-6 sene sonra bu yıl oldu. kurgunun ne olduğundan haberi yok. dediğim gibi bu kurguyu fazla kişiye anlatmadım. beni çok etkileyen hikayeleri var içinde ve sadece o kadar.

diğer kurgum ise seri katil bir şeyler. doğrusu cinayet, polisiye, ölü bedenler, cinayet işleme teknikleri hiç bilmem, bu tarz bir ilgim de hiç olmadı. bu yüzden o kurgumu yazarken de adli tıp okuyan bir arkadaşımdan yardım almayı teklif etti, kabul etti. herhalde bu kurgumu da asla yazmam.

birkaç gün önceki heyecanım ise öylece kalacak gibi. ben yazamayan bir yazarım. ne hayal ettim ise aklımda. ben sevdiğim kişiyle bile hayalimde konuşuyorum ya da yavruma hayalimde sarılıyorum. kurgularımı hayalimde yazıyorum, hayalimde yazdığım dizi senaryosunu hayalimde televizyonda izliyorum. hayalimde birkaç kere diplomamı aldım okulumun boğaz manzaralı ön bahçesinde. hayalimde tasarımlarımı giyen mankenlerin podyumda beni izleyenlere sunmasını bekledim. en güzel manken, üzerinde ne değerli balık etek tasarımımla elimden tutup yanında podyumun ortasına getiriyor ve herkes beni alkışlıyor. bu sahneyi hayalimde çok yaşadım. yaptığım maketi mimarlık fakültesinin içinde taşıyıp jürinin beni çağırmasını bekleyeceğim sınıfa gittim hayalimde birkaç kere. kırmamak için çok uğraştım her seferinde. inanır mısınız, üç yıl kadar önce olimpiyat okçuluğu öğreniyordum ve bir spor kulübünde lisanslı sporcuydum. 2020'de Japonya'da olimpiyatlarda yarışacak kadar iyi bir okçu olmak için çalışmaya karar vermiştim. 10 ay kadar okçuluk yaptım ve sonra param bitti. her neyse. üzülmemeye çalışıyorum. 2020'nin haline bakın. hayalimde birkaç kere milli formam ile ok attım ben. 

ağlayasım geldi. tekrara koyduğum müzik de pek yardımcı olmuyor zaten. hayal kurmayı bırakalı çok oldu diyorum. mesela o 3 haftalık okul tatilinde ben eşyalarımın %80'ini alıp yurttan ayrılmıştım. okulların bir daha açılmayacağına o kadar emindim ki. hayal kurmadım. hala daha birilerinin ikinci dönem yüz yüze olur mu sorularını görüyorum. hayır, olmayacak işte. hayal kurmaya bayılan ben bile bıraktı böyle düşünmeyi. yine gezebilir miyim şehir şehir diye düşünmeyi de bıraktım. okçuluk için hala para biriktiriyorum ama belki de biriktirdiğim bu para evlenirkenki ev masraflarıma gider. bunu da düşünmüyorum artık. belirli aralıklarla mimarlık fakültesinin puanlarına bakıyorum mesela ama hayal kurmaya da yeltenmiyorum. bazen çizdiğim tasarımları görüyorum ve kendime şaşırıyorum. katlayıp geri koyuyorum hepsini. bir hayalim yok artık o kadar fazla. ne kurduysam o hayallerin bir santim bile yakınına yaklaşamadım. ya para yetmedi, ya zaman yetmedi, ya iradem yetmedi ya da işte inancım yetmedi sanırım. bilmiyorum gerçekten. yazık bana.


yazma isteğim gitti yine. kendimi ağlatmak için mi başladım bu yazıma bilmiyorum ama öyleyse de başarılı olmak istemiyorum. iyi geceler. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Canım abim ve ablam...

Keşke şimdi ben 7 yaşında olsaydım, ablam 10, abim 13...   Üçümüz bir odada uyurduk. Ben yer yatağında yatardım çünkü daha küçüktüm. Abim ile ablam ise ikiye ayrılmış bir ranzanın iki ayrı yatağında yatarlardı. Geceleri karanlık olunca korkardım, o yüzden hiç uyumayalım isterdim. Abim tembellik yapar asla okul için bir çabaya girmezdi. Ablam incecik bir kızdı, o ne yapsa onu taklit ederdim. Yeni ilkokula başlardım ben de. Yazmayı falan bilmiyorum, okumayı da.. Abim okula gitmeye can atıyorum diye beni garipserdi. Şimdi anlıyorum garipsemesini ama birinci sınıfa başlayacaksın deseler, ben yine can atarım. Ne güzel, bulanık yıllardı.  Ablamla uyduruk ama özgün oyunlarımız vardı mesela. Ne kadar iyi anlaşıyorsak bir o kadar da kavga ederdik üçümüz. Babam evin koridorunun tavanına bir kanca asar, ona bağladığı ip ile salıncak yapar, biz de sallanırdık. Sonra babamın kocaman terlik giymiş ayaklarına otururduk, bizi ayakları ile taşırdı. Biz onu çok güçlü sanırdık, güçlüydü de a

KARUTA

  Merhaba arkadaşlar,   Size farklı bir yazıda sırf Karuta oyununu anlatmak istiyorum.   Chihayafuru animesi Karuta isimli bir kart oyunu etrafında dönen bir anime. Ve ben bu oyuna aşık oldum. O kadar havalı bir oyun ki size anlatmak istiyorum. Japonya'nın önemli şairlerinden toplam 100 adet şiir bulmuşlar ve bu şiirleri kartlara yazmışlar. Toplam 200 kart var çünkü 100 tanesi oyunda kullanmak için 100 tanesi okuyucunun okuması için. Önce iki kişi bu yüz karttan 22'şer tane alıyor ve önüne üç sıra olacak şekilde şiirler gözükür halde diziyor. Okuyucu da bir kart seçip kartı okurken o kartın aynısını oyuncular oyun sahası içindeki kartların içinden bulup kartı almaya çalışıyor. Oyunun başında 15 dakika kartların yerini ezberleme süresi veriliyor. Çok hızlı olunması gereken bir oyun. Kartları alırken fırlatabiliyorlar. Yani annemin deyişiyle "pervasız bir oyun" :) İşte bu pervasızlığı da beni benden aldı arkadaşlar :)   Karuta kartları alttaki resimdeki gibi am

yeni klavyemle bir yazı

 bugün hayatımda gördüğüm en tatlı klavye ile bu yazıyı yazıyorum. ayrıca bugün ilk defa fizik tedaviye gittim. nasıl olduysa artık (bence birileri nazar değdiriyor bana düzenli olarak) diz kapağımı kaydırmışım. hayatımın kaydığı yetmiyormuş gibi..... xd bunlar hep şaka. sonuçta başımıza felaket gelmedi. ayrıca çok güzel bir klavyem var. aylardır manyak gibi klavye bakıyordum. şöyle en tatlısından bir klavyem olsun istemiştim. hem de pembe. zaten pembe bir mausum var. ya da fare. nasıl yazılıyorsa, inanın hiç umurumda değil. bugün işe gitmeyi bırakmak mecburiyetinde kaldım. aslında uzun süredir de işsiz olmak nasıl bir şey merak ediyordum. yani ertesi gün için yapman gereken hiçbir şey olmadığında nasıl yaşanıyor bilmek istiyordum. artık önümüzdeki 20 gün kadar bir süre ertesi günümün önemi yok. fizik tedaviye gideceğim ve sonra da eve döneceğim. garip. bu bir deneme süresi gibi. iş hayatının, daha doğrusu bir kurumsal şirket çalışanı olmayı kabullenmek ve sindirmek benim için çok zor